Актуальные вопросы тюркологических исследований

Актуальные вопросы тюркологических исследований 394 Kendi örtülü olan sevgililerinden birini bana göstermeni istiyorum” diye dua eder. Şems’e maksuduna ulaşması için Rum diyarına gitmesi ilham olunur. Ri- vayete göre 642/1244 yılında Konya’ya gelen Şems, Şekerciler hanında konak- lar. Celâleddîn o sırada ilim öğretmekle meşguldür. Eflâkî’ye göre Mevlânâ ile Şems’in karşılaşması şöyle gerçekleşmiştir: “Bir gün o ruh dünyasının sultanı, hanın kapısında oturmuştu. Mevlânâ hazretleri ‘Peenberuşân’ (Pamukçular) medresesinden çıktı. Rahvan bir katı- ra binmiş bütün öğrenciler dânişmendler de iki tarafında yaya olarak oradan geçiyorlardı. Birdenbire Mevlânâ Şemseddin kalktı, Mevlânâ’nın önüne koş- tu, katırın gemini sımsıkı yakaladı ve: ‘Ey dünya ve mâna nakitlerinin sarra- fı Tanrı adlarının bilgini! söyle! Muhammed hazretleri mi yoksa Bayezid mi büyüktü?’ dedi. Mevlânâ ‘Hayır hayır, Muhammed Mustafa bütün peygamber ve velilerin başbuğu ve reisidir. Hakikatte büyüklük ve ululuk onundur’ diye buyurdu. Şems-i Tebrizî: o halde hazreti Mustafa: ‘Yarabbi seni her türlü ek- siklikten arı duru kılarım, biz seni lâyık olduğu veçhile bilemedik’ buyurduğu halde Bayezid: ‘Ben kendimi her türlü eksikten arı duru kılarım. Benim şa- nım ne kadar büyüktür. Ben sultanların sultanıyım’ diyor’ dedi. Bunu üzerine Mevlânâ hemen katırından aşağı indi. Bu sorunun heybetinden bir kere bağı- rıp kendinden geçti. Bir saat kadar o halde kaldı. Oradaki halk birbirine girdi, bir kıyamettir koptu. Mevlânâ uyanıp ayıldıktan ve kendine geldikten sonra, Mevlânâ Şemseddin’in elini tuttu, yaya olarak kendi medresesine götürdü. Her ikisi hücreye girdiler. Tam kırk gün hiç kimseyi içeri sokmadılar. Bazıları tam üç ay bu hücreden çıkmadıklarını söylerler” [29]. ‘Nefahâtü’l-Üns’te Abdurrrahman Molla Câmî, Şems-i Tebrizî’nin sorusuna Mevlânâ’nın şu şekilde cevap verdiğini belirtir: “Bâyezid’in susuzluğu bir yudum içince geçti. Kandığından dem vurdu, İdrâk bardağı doldu. O nûr onun evinin penceresine kadar dolmuştu. Fakat Mustafa (s.a.v.)’da büyük bir susuzluk vardı. Susuzluk susuzluk üzerine gel- miş ve mübarek göğsü, ‘(Ey Resûlüm) senin saadetin için, göğsünü (hikmetle doldurup) genişletmedik mi?’ (İnşirah 94/1), mealindeki âyetin de işaret ettiği gibi. ‘Arzullah-i vâsı’a’ olmuştu. Bunun için mecburen susuzluktan söz etti ve her gün kurbetin artmasına niyaz ederdi” [30]. Eflâkî’nin söylediğinden farklı olarak bu cevaptan sonra Şems-i Tebrizî’nin bir nara aratarak kendinden geçtiğini söylemektedir Câmî. Hem Eflâkî hem de Câmî’nin rivayet etttiği bu menkıbeden hareketle ‘Hı- zırla Kırk Saat’ kitabının 25. şiirini kuran Sezai Karakoç, Mevlânâ ile Şems’i, İbn Arabî’yi Şam’da buluşturur. Mevlânâ’nın Şems’le tanışması ve ondan ayrı- lışı ve bunun neticesinde de Mesnevî’nin yazılışı şiirsel imlere dönüştürülerek anlatılır.

RkJQdWJsaXNoZXIy MzQwMDk=